MİLLİ KÜLTÜR, GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ ve MUASIR MEDENİYETLER SEVİYESİ
Milli Kültür Araştırmaları, Dr.Mehmet Önder'e Armağan Kitabı, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara 1996, s.267-279.'da Mehmet Yardımcı Editörlüğünde yayımlanmıştır.
Sadi BAYRAM
Muhterem dostum, 1964 yılından beri tanıdığım, 1949 yılından beri fiilen kültür adamı olarak milletimize aktif hizmet etmiş olup, hâlen çalışmalarına devam eden, bilgilerinden her an istifade ettğimiz Sayın Mehmet Önder'e "Armağan " kitabının Fırat Üniversitesi tarafından yayınanacağı, bu sahada çalışan herkes gibi bizi de mütehasıs etti. Müteşebbis genç kardeşlerimi kutlamak istiyorum.
Günümüzde kültür dediğmiz zaman; maalesef en arka sırada yürümektedir. Daima lafla peynir gemilerini yürüttüğümüz Devlet Plânlama Teşkilâtı Kalkınma Plânlarında yazılanların aksine; Bakanlık sıralamasına bakınız !... Siyasi iktidarların kültür görüşlerine bakınız, Koalisyonlardaki paylaşıma bakınız ! İcraat için getirilen sayın bakanlarımızın fikri ve kültürel yapısına bakınız ! Maliye Bakanlığı tarafından önerilip, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plân ve Bütçe Komisyonlarında tartışıldıktan sonra yüce Meclis Genel Kurulu'nda görüşülerek verilen kültür ödeneklerine bakınız !
Durum böyle olunca da ; Ulus'dan sağınıza ve solunuza bakarak çıkın Çankaya'ya. Tunalı Hilmi Caddesinden de vazgeçmeyin ! Türk kültürüyle ilğili çok muhteşem tabelâ resmi geçidi, hepimizin içine düştüğü durumu açıklar zannederim... Batı'da yok bu maskaralıklar... Standart tabelâ...
Şimdi soruyorum:
- Kültürümüzle ilğili, doğru yazılmış, kaç levha var ?... Yabancı kültürlerle ilgili ne kadar ? Karşılaştırın bir kerre !....
Bu durum İstanbul, Beyoğlu, Aksaray, Lâleli, Ortaköy, Emirgân,
Sarıyer, Beşiktaş, Etiler, Bakırköy, Yeşilyurt, Kadıköy, Bağdad Caddesi, Bostancı, Göztepe..., İzmir, Adana, Antalya ve diğer
illerimiz için de geçerli...
- O halde kabahat kimde ?
- Elbetteki öncelikle siyasilerde...
- Peki bizde yok mu ?
- Elbette var...
- Suçlu ?
- Hepimiz...
- Öyleyse mahkûm kim ?
- Topyekûn millet.
- Bundan devlet zarar görür mü ?
- Elbette.
Millet olmazsa devlet olur mu ? Devlet, aile bireylerinin bir araya gelmesiyle millet ortaya çıkar, milletler de, idare şekillerine göre devleti ortaya çıkarır. Dil, din, kültür birliği olmaz ise, millet olabilir miyiz ?
Ama dünyanın en büyük imparatorluğunu Türkler kurmuştur. Üç kıt'aya 400 ene Türkler hükmetmiştir.
Adriyatik'den Doğu Türkistan'a bir bakalım, isterseniz bir yolculuk yapalım, at sırtında Türkçe konuşarak, şive farkları dışında derdinizi anlatabilirsiniz. Peki bunun dışında gözle ne görebiliriz... Üzerinde asırlarca yaşadığımız bu toprakların tapu senedi hüviyetindeki vakıf abide ve eski eserlerimizi !...
- Peki, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kaç adet eski eser var ? Kaçta kaçı tescil edilmiş, envarterleri araştırıcıların hizmetine sunulmuş mu ? Plânı, kitâbeleri, kitâbelerinin transkripsiyonu, anlamı, rölövesi, restorasyon projesi, restitüsyon projeleri var mı ? Tarihçeleri hazırlanımış mı ? Tabiat şartları veya insanlarımız tarafından yok edilen eserlerin bir listesi var mı? Bunlar için bir araştırma yapıldı mı ? Yabancı ilim adamları bu konuda neler yapıyor ?
- Yurd dışında bulunan kültür varlıklarımızın envanteri var mı ? Yukarıda sıraladığımız çalışmalar bu eserler için de yapıldı mı ? Bu konularda kimler çalışıyor ? Üniversitelerle işbirliği var mı ? Üniversiteler bu konularda milletin hizmetinde mi ? Sanat tarihi ile ilğili üniversitelerimiz hangileri ?
- Kültür Bakanlığı yılda ne kadar restorasyon yapıyor, ne kadarı, Türkler'in Anadolu'ya gelmeden önceki miletlere ait, ne kadarı da Türk kültürüne ait ?
- Cevaplar için kendinizi fazla zorlamayınız beyler ... Birkaç senede işin içiden çıkamazsınız !
28 yıl önce söyledim, şimdi de tekrar ediyorum . Din yani Diyanet Teşkilâtı ve Vakıfar Türk milletinin en eski en köklü kültür kurumlarıdır. Neden Kültür Bakanlığına bağlı değildir ? Çünkü bazan Güldür, bazan Kültür, bazan da göstermelik bir bakanlık olmaktan öteye gidememiş, yani yerli yerince oturamamış, Kararnameler dışında Teşkilât Kanunu dahi olmayan bir garabet... Asıl kuruluşu 1937 yılıdır. Rahmetle andığımız Adnan Ötüken Kültür Müsteşarlığını kurdu, daha sonra Bakanlık oldu. Hükûmetlerin canı isterse kaldırılır, müşteşarlık olur, bazan Turizm Bakanlığına bağlanır, bazan Milli Eğitim, bazan Başbakanlık, bazan da Başbakan adına bir Devlet Bakanlığına bağlanır. Turizm Bakanlığına verdiğimiz değer kadar maalesef milli kültürümüze değer veremiyoruz. Her halde kültürümüzden utanıyoruz, çekiniyoruz, kültürümüzden kopmak istiyoruz, koparılmak istiyoruz, mezar taşlarıyla övünemeyiz diyoruz.
Oysa o mezartaşları kültürümüz için, bizim için duygulu, tatlı bir ney sesi ile asırlar ötesinden bize sesleniyor. İlk tüp bebeği ey Türkoğlu Türk, sen buldun Selçuklular zamanında 1224 senelerinde... Tıp kitaplarını sen yazdın Selçuklu Türkiyesi' nde ... Senin tasavvuf felsefen Avrupa'ya insanlığını öğretti. Senin Ahi Teşkilâtın onlara kardeşliği, ticareti öğretti. 1227 tarihinde inşaatı tamamladığın Divriği Ulu Camisi ve Dar'üşşifası kompleksi, onlara Gotik mimariyi sevdirdi. Hoca Ahmed Yesevi ocağından taşan kıvılcımlar olan Mevlânâ Celâleddin-i Rumi, Yunus Emre, Hacıbayram ı Veli, Kûçek Seyyid-i Ahmed-i Kebir er-Rufâi el-Abdali, Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Abdurrahmanı Rumi dünyaya sevgi-saygıyi öğretti.
Bütün bunları unuttuğumuz, hatırlayamadığımız için de, bunalımların içine düşüyoruz... Gençliğimizin durumu ortada... ithal ideoloji peşindeler. Zira, tabiat kanunu hükmünü icra ediyor. Sizin gençliğe veremediğiniz millli şuûru, bir başkası, kendi menfaatleri doğrultusunda vermeye çalışiyor. Marksist, Maoist, Humeyni v.d. Misyonerler ise el altından çalışmallarını sürdürüyor, kimileri de ataistlik yolunda.
Türkiye'de her bakan değiştiğinde bürokratlar değişir, kültür politikaları değişir, milli görüş ve düşünüşler de değişir... Bu nasıl bir iştir. Batı'da ise, 1800'lü yıllardan beri Batının kültür ve siyaset politikaları değişmemiş, en azından inhiraf dâhi etmemiştir. Bunun için onlar bizden daima ileridedir.
Milli kültürden yoksun olan milletler, daima çökmeye, başkalarının ideolojisi ve boyunduruğu altına girmeden kurtulamazlar !... Bunu çok iyi bilen Cumhuriyetizin kurucusu yüce Atatürk; ünlü düşünür Ziya Gökalp'in de katkıları ile milli kültüre büyük önem vermiş,
inkilâplarıyla birlikte Atatürk ideojisini ortaya sürmüş, ithal ideolojilerden kurtulmasını bilmiştir.
Türk tarihinin yeniden yazılmasını emretmiş, o günkü imkânlarla en iyiyi bulmak için ilim adamlarını seferber etmiş, yurt dışından yabancıları getirterek bugünkü bilim adamlarının yetişmesini sağlamıştır.
Albert Gabriel, Kurt Erdmann, Emil Boş, B.Landberger, Rasony v.b. üniversitelere getirerek, bir kısım öğrenciyi yurd dışına göndererek, gençliğin batı standartlarına göre , ilmi diisiplin altında, ancak kendi örf ve ananelerimize göre yetişmelerini sağlamak üzere atılımlarda bulunmuştur. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir, diyerek gençliğe bilim ve teknolojinin yollarını göstermiştir.
Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu'nu , Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültelerini kurarak alt yapıyı hazırlama çabasında olmuştur.
Bugün biz üniversitelerizi taşraya yayarak, 52'ye çıkararak ( şimdi 74'ü geçti )üniverliseler kurduk. Akademik kadro noksan ve zayıf. Yayınlar ve kütüphane noksan... Üniversite kütüphaneleri yeni yayın satın alamamakta, kaç tanesinde son teknoloji imkanları var, kaç eser satınalınmış, süreli yayınlar takip edilebiliyor mu ? Bu sorulara müsbet cevap vermek mümkün değil.
Üniversite hocalarımızın yayınları Avrupa'da ses çıkarabiliyor mu ? Araştırma ve geliştirmeye yeteri kadar kaynak ayırabiliyor muyuz ?
Şimdi yukarıda biraz önce sorduğumuz soruların bir kısmını cevaplamaya çalışalım :
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün elinde 9.289 adet (Ek.1) vakıf eski eser var. Bunların ancak 7.600'ü tescilli. Bunlarda bütün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki eski eserler değil. Eğer ciddi bir ekip çalışması yapılabilirse bu sayının 30.000 civarına çıkacağından kimsenin gözü korkmasın. Kuş uçmaz-kervan geçmez bazı köyerimizde nice eserler var ki, hiç görülmemiş.
Tescilli eserler ise; çoğunun ismi var, belki bir plân, birde tarih... Bazılarının kitâbeleri var, bazılarının rölövesi, restorasyon görmüşlerin ise restorasyon projelerinin ekserisi belki de SEKA'ya yeni kağıt yapımına gitmiş. 1939 yılında Bulgarlara okkası 40 paraya sattığımız meşhur arşivlerimizin akibetine son on yıl içinde uğramışlar..
Tarihçeleri ise, ( A, B ) harfli vilâyetlerimizin yapılmış (noksanları olduğu halen bilinmektedir), diğer 26 harfli illerimiz araştırmacıları bekliyor.
Tabiat şartları ve 1935-49 senelerinde şahıslara satılan veya Atatürk'ün emrini yanlış anlayıp, yıktığımız eserler hakkında ise doğru-dürüst bir çalışma da yok... Atatürk'ün emri neydi? diye soracak genç kardeşlerim. Cumhuriyetimizin kurucusu aziz Atatürk, " Edirne serhad şehrimizdir, yabancılar Türkiye Cumhuriyetine buradan girmektedirler, harabe eserlerimizi onlara göstermeyelim, ( yani onaralım derken ), maalesef bazı idarecilerimiz kolay yolu seçip bu harabeleri yıkarak ortadan kaldırmışlardır. Zira onaracak, restore edecek para yoktur !.. İçişleri Bakanından, Başbakandan azar işitmemek için en kolay yol, bunları ortadan kaldırmaktır. Zaten nedir bunlar, Osmanlı işidir, Osmanlı'nın tarihinden koptuk, kültüründen koptuk, eski harflerimizden koptuk, eski Osmanlıca el yazması eserlerin bir kısmını harf inkılâbında yakıp, bir kısmını da toprağa gömmedik mi ? Nesiller arasındaki köprüleri atmadık mı ?
Yabancılar ne yapıyor ? XIX.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya gelip eserlerimizi tek tek inceliyor, arşivlerine yerleştiriyorlar, seyahat kitaplarında yayınlıyorlar, bu arada da Anadolu'nun etnik haritalarını çıkararak ülkelerinin stratejik etüdler daireleri ile siyasilerin ellerine tutuşturuyorlar. Siyasiler de zamanı gelince, Türkiye Cumhuriyeti'nin zayıf anlarında, siyasi karmaşalarda bu konuları ortaya atıp bizi boş yere uğraştırıyorlar. Zaten Keçecizâde Fuat Paşa'nın dediği gibi" Biz içeriden, onlar dışarıdan bu Devlet-i Osmani'yi bir türlü yıkamadık". Elbet içlerinde dürüst, hakiki ilim adamları yok mu ? Elbette var, ancak azınlıkta !...
1850'li yıllarda İngiltere'nin Kayseri'deki Konsolos Yardımcısı Yüzbaşı Cooper'ın o tarihlerdeki ermeniler, rumlar hakkındaki Londra'ya gönderdiği raporları neyse, şimdi Avrupa Ekonomik Topluluğu İnsan Hakları Komitesi üyelerinin, Amerikan Başkanı Temsilcisi ve İnsan Hakları Komisyon Başkanı Sayın Şatak 'ın tutum ve davranışları 150 sene öncesinden farklı değildir.
Ancak Avrupa hatırlamaz ki; II. Dünya Savaşı yıllarında Yahudiler'e karşı uyguladığı şiddet, Amerika'nın Orta-Asya Mogol menşeli Kızılderililer'e karşı uyguladığı tutum ve davranış, Zencilere karşı tutumları, Bosna Hersek'te Sırplar tarafından vahşice katledilen müslümanlar, İsrail'in Araplar'a karşı davranışları, Moskova'nın, Ermenistan'ın Azeriler'e karşı tutumlarında ise İnsan hakları yoktur. Akıllarına bile gelmemektedir. Zira, çifte standart uyguladıkları için görmezler, görmek istemezler. İşlerine gelmedikleri zaman Helsinki Andlaşmaları da rafa kaldırılabilir. Amaç ve düşünceleri farklıdır.... Kültür beynelmileldir. Haklar da öyle... Siyaha başka beyaza başka, Moskof'a başka, Bosnalılar'a başka değil...
Avrupalılar başka ne yapıyor ? Birgi'yi örnek merkez alarak, Birgi hakkında antik çağlardan günümüze ne kadar kitap, belge, arşiv vesikası, eski eser envanteri, proje ne varsa toplayıp bilgisayara yüklüyorlar. Birgi için kim ne çalışsa bibliyoğrafya ve materyaller hazır. Hollanda Utrec Üniversitesiden Prof.Dr.Michael Kiel Başkanlığında üniversiteler arsası bir heyet çalışma yapıyor. Eğe Üniversitesi de bu heyete katkıda bulunuyor. Geniş bir proje.. Her kasaba ve şehirlerimiz için gerekli bir iş. Kültür Bakanlığı'na bağlı 189 müze, 3.857 sit alanı sit alanıbulunmaktadır. Tescilli yapıların toplamı ise 46.849 adettir. (Ek.2). 1995 yılında 119 eserin ihalesi yapılarak 285 milyar lira fiilen harcanmıştır. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünde toplam 257,
taşra teşkilatında 2.766 personel kadrosu bulunmaktadır.
1995 yılında 149 yabancı, 175 yerli ilmi araştırmacıya izin verilmiştir. Ayrıca yılında müzelerimizi 38 yerli, 47 yabancı olmak üzere 85 yüzey aratırmasına Kütür Bakanlığı tarafından izin veriliştir.
1995 4.461.315 yerli, 3.320.422 yabancı ziyaret ederek toplam 438.390.813.500 Tl. gelir sağlanmıştır. Ören yerlerini ise; 2.342.388 yerli, 4.252.565 yabancı olmak üzere toplam 6.594.953 kişi ziyaret etmiş ve 512.429.468.500 Tl. gelir elde edilmiştir. Dolayısıyla bütün müze ve ören gelirleri 950.820.282.000 Tl.dır.
Geçtiğimiz 1995 yılında Türk bilim adamları başkanlığında 42, yabancı bilim adamları başkanlığında 34, müze müdürleri başkanlığında 36 kazı yapılmış, ayrıca müze müdürlükleri tarafından 76 kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Bu işler içinde Türk kazılarına 12.258.600.000 Tl, katılım kazılarına 752.700.000 Tl; müze kurtarma kazılarına 240.000.000 Tl olmak üzere 13.151.300.000 Tl. harcanmıştır.
Bizde hangi üniversitede bu konularda neler var ? üniversitelerimizin Sanat Tarihi, Türk El Sanatları bölümleri ne yapıyor ?
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bizans Sanatı ve Sanat Tarihi Bölümü, İstanbul Teknik Üniversite Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü, Yıldız Üniversitesi Restorasyon Bölümü, Mimar Sinan üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü,; Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Hacettepe üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü, Orta-Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü; Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü; İzmir Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Dokuz Eylül Üniversitesi Türk El Sanatları Bölümü, Eğe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü, ; Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ;Edirne Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü; Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ( yeni kuruldu ); Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü ; Van 100. Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakütesi Sanat Tarihi Bölümü; İlâhiyat Fakültelerinin Türk İslâm Sanatı Kürsüleri, Mesleki Eğitim ve Yaygın Eğitim Fakütelerinin Türk El Sanatı Bölümleri, Türk sanatları derslerini vermekte olup, yüzlerce araştırma görevlileri, yardımcı doçentler, doçentler, profesörlerimiz bu sahalarda tez vermekte, seminer ödevleri vermekte, bizzat kendileri kazı, araştırma yapmakta, zaman zaman seminer ve kongrelerde bildiriler sunmakta, tartışmakta ve yayınlamaktadırlar.
Ancak koordinesizlik sebebiyle de kimin hangi problemle meşgul olduğu bilinmemekte, aynı konuda birkaç ilim adamının çalışma yaptığı izlenmekte, bir proje bankası ile bilgi bankası Yüksek Öğretim Kurulunda meydana getirilememektedir. Aynı bilgi ve proje bankası Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde oluşturulması düşünüldü ise de gerçekleştirilememiştir. Henüz daha dünyaca ünlü mimarımız Koca Sinan için bile bir bilgi bankası oluşturamadık... Türk Vakıf Araştırma Enstitüsünü kuramadık... Türk El Sanatları Enstütüsünü kuramadık. Türk Halıcılık Enstitüsünü kuramadık...
Türk milli kültürüne ait varlıkların sağlam bir envanterinin hazırlanarak, bunları gelecek nesillere olduğu gibi aktarmak görevi öncelikle Kültür Bakanlığının asli görevleri arasında olduğu unutulmamalı, spora olduğu gibi du devlet politikasına devamlı kaynak aktarmanın yolları artık bulunmalıdır. Üniversitelerimiz de bu işe gönüllü olarak katılmalıdırlar. Katılmak zorundalar. Batı'da üniversiteler halkın hizmetindedir. Bizde ise maalesef tersi.
Türk kültürünün simgesi olan eski eserlerimiz bulundukları şehirlerin birer incileridir. Bunları korumak onların da görevidir. Ancak Kültür ve Tabiat Varıklarına zarar veren idari kademedeki devlet memurlarına, Belediye Başkanları ile Valilere verilecek cezalar günün şartlarına göre çok ağır hale getirilmeli, yaptığı zararın mali bedelinin en az on katı da para cezası konmalıdır. Bu şekilde cezalarda çaydırıcılık ön plâna çıkmalıdır. Bilindiği gibi çoğu zaman savcıların takipsizlik kararı verdiği unutulmamalıdır.
Eski eser kaçakcılığı bir türlü önlenemedi. Yurt içinde taşınabilir eski eserlerimizi gereği gibi koruyamıyor, bakımlarını yapamıyoruz. Konservasyon merkezlerine kaliteli eleman yetiştirmeli ve bir an önce onarıma koyulmalıyız. Artık kaybedecek zamanımız kalmamıştır.
Tarihi ipek yollarını tekrar canlandırmalı ve kervansaray ve hanlara fonksiyon vermeliyiz. Ancak fonksiyon verirken de kervansaraylar etrafına modern gökdelenler dikip tarihi çevreyi de mahvetmemeliyiz.
Bedestenleri modern pasajlar haline getirmeliyiz.
Milli kültürümüzün emsalsiz eserleri olan tarihi, edebi eserleri günümüz türkçesine çevirerek genç nesillerin istifadesine sunmalıyız.
Geçmiş asırların sosyo-kültürel göstergesi olan vakfiye ve arşiv belgelerini yayınlayarak, genç araştırıcıların istifadesine sunmalıyız. Tarih tekerrürden ibarettir. İbret almak, ders almak, hataları tekrarlamamak için belgeler genç neslin anlayabileceği,günümüz türkçesinde olmalıdır. Dolayısıyla bizleri numune almak isteyen diğer Türki devletler de bunlardan azami derecede istifade edebilmelidir.
Türk kültürüne imza atmış Türk büyüklerini gelecek nesillere tanıtmak, onlardan dersler alarak geleceğe daha güven içinde bakmanın çarelerini bulmalıyız.
Günümüzde medya önemli bir faktördür. Bundan istifade ederek spikerlerin türkçeyi yanlış telâffuz etmeleri önlenmeli, kültür Bakanlığına ait bir TV. kanalı açılması için derhal gerekli girişimlerin yapılmasına çalışmalıyız.
Son zamanlarda mantar gibi türeyen, asıl amaçları sadece para kazanmak olan, 903 Sayılı Yasaya tabi yeni vakıfları bir federasyon altında toplayarak, amaçları aynı olanlar birleştirilerek, yararlı hale getirilmelidir. Vatandaşlarımızın yardımseverlik duyguları istismar edilerek, dejenere edilmeleri önlenmelidir. Göstermelik isimler ortadan kaldırılarak , faydalı çalışmaları olan yeni vakıflar desteklenmelidir.
Bankalarımız, çıkarılacak bir kanunla, elde ettikleri net kârdan % 5'ini vakıf eserlerin, kültür eserlerinin korunmasında zorunlu kullanmalıdırlar. Kültür yayını bulunan bankalara Kültür Bakanlığınca her yıl başarı ödülü ihdas edilmelidir.
Çocuklarımıza daha ilk okul çağlarında milli kültür sevgisi aşılanmalı, Türk kültür ve medeniyetinin eserleri vedeo banttan gösterilmelidir.
Çevremizdeki komşularımızın düşmanca hareketlerine karşı, karşı tezler üretmeliyiz. Meselâ, Yunanistan'ın Megalo-ideasına karşı 12 Adaların Türkiye'nin hakkı olduğu gerçeği her yerde vurgulanmalı; Irak'a karşı Musul-Kerkük Türkleri'nin durumu ortaya konmalı, Suriye'nin Hatay meselesine karşı, Halep'in Türk yurdu olduğu her alanda ortaya konmalıdır. Atatürk " Yurtta sulh, cihanda sulh " derken, gerektiğinde çizmelerimi getirin dedi, Hatay meselesini halletti. Biz yurtta sulh, cihanda sulh derken, Yunanistan işte Kardak Kayalakları diyor, böyle sulh olmaz...
1975 yılı Sonbaharında Macaristan'ın Budapeşte şehrinde V. Türk Santları Konresi münasebetiye Türk Büyükelçiliğinde kokteyldeyidik. Melektaşlarla konuşuyorduk... Birleşik Amerika'nın Macaristan'daki Büyükelçisi geldi. Tanışmadan sonra, kongre konusunu sordu. Milletler arası Türk Sanatı Kongresi denildi. Büyükelçi :
- Türkler'in de ayr ıbir sanatı mı var ?
dedi. Bizler buz kesildik, Ekselânslarına nazikçe ne diyebileceğimizi şaşıdık. Amerikan pasaportu taşıyan Dr. Esin Atıl Hanımefendi, derhal ortaya çıkarak :
-Sayın Ekselans, madem Türkler'in bir sanatı yoktu, niye onun şerefine verilen koktelyle geldiniz? dediğinde, Amerikan Büyükelçisi, hatasını anlıyarak, sür'atle salonu terk etti.
İşte Türkler'i tanımayan kimselere karşı, artık nazikçe değil (zira, yüzyıllardır anlamıyorlar) böyle sert cevaplar verebilmeliyiz.
Ziya Paşa'nın dediği gibi:
Nush ile uslanmayanı, etmeli tekdir, Tekdirle uslanmayanın hakkı kötektir...
Galiba bazı komşularımız da bunu haketti zannediyorum !
Türk'ün Türk'den başka dostu maalesef yok. Avrupa'nın Haçlı zihniyeti; Amerika'nın Ermeni ve Rum fobisi; Yunanlılar'ın Megaloideaları, Kıbrıs, Oniki Ada; Ruslar'ın açık denizlere çıkma hayâli; Ermeniler'in Ulaşım; Arapların ise, yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyeti altında yaşama fobileri var !... Bunun yanında yeraltı servetlerimiz ve jeopolitik durumumuz göz önüne alınınca durum daha iyi anlaşılıyor.
Gelecek nesillerimizin dejenere bir millet olmasını istemiyorsak, Çanakkale'de yüzbinlerce şehit ecdadımızın kemiklerini sızlatmak istemiyorsak, 2000'li yıllara başımız dik, göğsümüz kabarık olarak girmek istiyorsak, milli kültürümüz için topyekûn millet olarak gerekli ehemmiyeti vermemiz gerekmektedir. Günlük ve günü kurtaracak göstermelik, palyafif tedbirlerden uzaklaşarak, ciddi, uzun vadeli tedbirlere baş vurmalıyız. Bugün ne ekerseniz, yarın onu biçersiniz beyler...Bu devlet yıkılırsa, parçalanırsa, bu enkazın altında hepimiz kalırız. Ancak temenimiz, düşünmesi bile bizi ürküten bu makûs talihin altında kalmamak ve Mehmed Akif'in dediği gibi İstiklâl Marşımızın bir daha yazılmasını önlemek !...
Son zamanlarda bazı yazarların ortaya attığı Türkiyeliyim, lâfları çıktı... Yüce Atatürk'ün arkasına saklanan kimseler, " Ne Mutlu Türk'üm Diyene ! " vecizesini bile değitirmeye kalksalar da bu milet ne yaptığını bilen, yumuşak, özverili, ancak; kimin ne dediğini iyi yargılayabilen, % 99,9'u müslüman, iradesi sağlam, alnı diktir. Yumuşak atın çiftesini Yunanlılar da iyi bilir, Ruslar da, Ermeniler de, İngiliz ve Fransızlar da ... Yeter ki bu milleti bir kızdırsınlar, sabrını taşırsınlar, tutmayın Mehmetçiği ne şahikalar yaratıyor !...
Ankara, 18.4.1996
-------------------------------O---------------------
|