BAKİ KALAN BU KUBBEDE HOŞ BİR SEDADIR
Sadi BAYRAM
Prof.Dr.M.Yılmaz ÖNGE'nin Aziz Hatırasına
İnsanların hayatı mevsimler gibidir. İlkbaharda doğar, yazın gençlik yıllarını yaşar, sonbaharda olgunluk yani yaşlılık dönemine girer, kışın ise bitkiler gibi derin bir uykuya dalar. Üstad Yahya Kemal Beyatlı'nın dediği gibi, Sessiz bir gemi kalkar bu limandan, ne el sallanır nede kol...
Her canlı doğar, yaşar ve ölür. Bu bir tabiat kanunu, ilâhi bir kanundur. Bu kanundan hiç bir yaratık kaçmamıştır, kaçamayacaktır... Kur'an-ı Kerim'de " Her canlı ölümü tadacaktır " mealinde bir âyet bulunmaktadır. Bu durumda, Manilius'un dediği gibi doğar doğmaz ölmeye başlarız, ölüme adım adım yaklaşırız. Her geçen gün bizi ölüme bir adım daha yaklaştırır.
Bir Atasözümüz bunları daha iyi açıklar : " Bey de ölür, abdal da.... Bir evden ölü çıkacak demişler, herkes hizmetçinin yüzüne bakmış ".
Doğumla bu dünyaya nasıl gelir isek, ölümle de yeni bir dünyaya, ruhlar âlemine doğarız. Ancak, o yeni dünyadan şair Yahya Kemâl'in dediği gibi dönen olmamıştır, kâinatın sonuna kadar da olmayacaktır. Yahya Kemal, Sessiz Gemi'de bunu şöyle ifade ediyor :
Dünya'da sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
Yine aynı şair Yol Düşüncesi şiirinde :
Ölüm, yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın, eski hâliyle.
Rindler'in Ölümü şiirinde ise ;
Ölüm âsude bahar ülkesidir her rinde
Ruhu her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabirinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter
Bir başka şiirinde şahsi hislerimize gem vurmak amacıyla, sanki tasavvufi bir düşünce ile :
Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkil budur ki, ölmeden evvel ölür kişi.
Yahya Kemal Beyatlı; Geçiş adlı nesrinde "Rahatca dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur "diyerek ölümden korkmadığını, kaderin kaçınılmaz bir sonu olduğunu belirterek, hayata bağlanmamızı, daha iyi çalışmamızı, korkunun ecele faydası olmadığını anlatarak, ölümle dünyevi bütün ızdırapların, acıların sona ereceğini, her gece yatarken ölüp, ertesi gün yeni bir güne, yeni bir hayata doğduğumuzu bize hatırlatır. O halde bu dünyadaki şahsi ihtirasımız niye... Kefenin cebi yok ki öbür dünyaya götürelim. Ne yaparsak bu dünyada yapacağız. Bu dünyada eserlerimizle anılarak hoş bir sedâ bırakmağa gayret göstereceğiz, ahi ahlâkı ile hayatımızı sürdüreceğiz. 80-90 senelik bir ömür ile milyonlarca yıl kıyaslanabilir mi ? Yaptığımız iyilik, insanlara gösterdiğimiz sevgi ve şefkat, yeni buluşlar ve kahramanlıklarımız ile geride bıraktığımız maddi ve manevi eserler bizi ilelebet yaşatır, yaşatacaktır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed " Bu gün ölecekmiş gibi ibâdet et, hiç ölmeyecekmiş gibi çalış " dememiş midir ?
Milli şairimiz Mehmed Emin Yurdakul;
" Ölümün amansız kadit elleri
En mağrur başlara kül toprak döker " demektedir.
Falih Rıfkı Atay, " Ölüme karşı herkesten açık göğüs beklenmez " derken Üstad Yahya Kemal :
Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin,
Bir çare yokmudur buna yâ Rabbel-Alemin,
derken Faruk Nafiz Çamlıbel, Sonsuz Rü'ya Rubâi'sinde :
Yerin altında devam etmesidir bence ölüm,
üstünde görüp geçtiğimiz rü'yânın
derken, şair Eşref bir kıt'asında :
Düşünsek biz ölümden korkmamak lâzım gelir, zira,
Yerin altında, üstünden ziyade akrabalarımız var ! , diyor.ı
Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş şiirinde :
Neylersin ölüm herkesin başında Uyudun, uyanmadın olacak, Kimbilir nerede, nasıl, kaç yaşında ?
Faruk Nafiz Çamlıbel, Akın adlı piyesinde :
Öleceği gün meçhul olmalı insanların !
O gün uzak da olsa, değil mi günü belli
Yoktur günü bilinen ölümlere teselli.
Abdülhâk Hamit Tarhan, meşhur Makber şiirinde :
Öldünse de berhayat idin dün
Öldün, bana verme yok mu bir ün
Öldün, nasıl eyleyeyim tahammül ?
Öldün,ölüm eyliyor teşekkül.
Öldün, sanadır bu ömr, düşkün
Kabrin nazarımda benden üstün
Sen öldün, ölüm güzel demektir.
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
Ali Kavafoğlu'nun Hayat Destanı'nda ise konu şöyle tasvir edilir :
Rahat döşeğine hemen koyarlar,
Gömleğini yırtarak hemen soyarlar,
Kavum-Hısım öldüğümü duyarlar
Yumdum gözlerimi sükût ediyorum.
Bağlarlar çeneni örterler yüzün,
Parmaklar bağlanır uzanır dizin,
Eğer açık ise yumarlar gözün,
Güzelce ruhumu teslim ediyorum.
Bir yanda teneşir salaca hemen,
Yakasız gömleği giyen o zaman,
Dört kişi dört kola girdiği zaman,
Evlât ayalimi koyup gidiyorum.
Unuturlar seni üç gün geçmeden,
Ruhun için biraz helva pişmeden,
Kimi gider su getirir çeşmeden,
Bunların cümlesini ben seyrediyorum.
Karacaoğlan ise, bir destanında :
Ağa olsa, paşa olsa, beğ olsa
Yakasız gömleğe sarılır bir gün,
diyerek ölümün herkesi eşit kılacağını sembolize eder. Hemen aklımıza atasözlerimiz geliyor :
Ölen ile kim ölmüş...
Ölüm ile misafir, ansızın gelir.
Yatan ölmez, eceli gelen ölür.
Ölelim de görelim.
Ölüm ile öç alınmaz.
Ölüm bağıra bağıra gelmez.
Ölende mi kabahat, öldürende mi ?
Ölmüş eşek arar, nalın sökmeğe.
Öldürseler kanı akmaz.
Ölüm telaşı, insanı ölümden daha çok korkutur.
Topraktan geldik, toprağa döneceğiz.
Mezartaşlarımızda anlatılan ölüm anekdotlarından da misal vermek isterim :
Dur yolcu, ben de senin gibiydim.
Sen de benim gibi olacaksın!
Bir Fatiha okursan, bu toprakta kalacaksın...
Ey insanoğlu, bana bak, ibret al, ben de senin gibi dünyada idim. Doğdum, büyüdüm, yaşadım, yürüdüm, dolaştım, mal-mülk, eş-dost, şan-şöhret, makam-mevki sahibi oldum.Sonunda bu toprağa girdim.
Kimsesiz kimse yoktur; herkesin var kimsesi
Kimsesiz kalsım, meded ey kimsesizler kimsesi.
Ziyaretten murâdım bir dûadır,
Bugün bana ise, yarın sanadır.
Nakkaşbaşı Ahmed Ağa'nın İstanbul'daki mezartaşında şu beyit bulunmaktadır :
Felek tâşında ma'cün-u hayâta sâ'yedüp Lokman çürüttü, mâye-yi ömrün memâta bulamadı derman.
Hekim Hafız Ahmed Efendi'nin mezartaşında ise:
Dikkat ile nazar eyle bu mezârın taşına
Akil isen, gafil olma, aklını al başına,
Salınub bir dem gezerken gör ne geldii başıma,
Akıbet turab oldum, taş dikildi başıma.
Hattat Nafiz Hacı İbrahim Efendi'nin mezartaşında ise :
El çeküb bilcümleden etti bekâya rihleti
Tukedüp gerü mal-ü mülk-ü, devletü
Kim gelüp kabrim ziyaret eyleyen ihvanımız
Okusunlar rûhuma " Kul Huvallah " âyeti.
Hasan Basri Cantay'ın Yusuf Ziyaeddin Ersal'ın mezartaşına yazdığı kıt'a ise şöyle :
Bir müceddid isi Yusuf gerçek.
Neşr-i feyz eyledi, son ömrüne dek.
İrtihal eyledi eyvâh o da
İrci'i emrine Lebbeyk diyerek.
Batılı yazarlardan Ernast Renan, Çocukluk ve Gençlik Hatıraları adlı eserinde, " Ölüm, insanları kızdıracak derecede müsavatcıdır " derken, Seneca, " Ölüm bazan bir ceza, bazan bir armağan, çoğu zaman da bir lütufdur " diyor. Longfellow ise, " Gençler ölebilir, fakat yaşlılar ölmelidir" derken yaşlı, felçli, her türlü ihtiyacını başkalarından bekleyen veya tamamen şuûrunu yitirmiş kimseler için, ölümün bir lutuf olduğunu vurgulamaktadır.
Montaigne, " Bütün günler ölüme gider, son gün varır " derken, John Lucky Mc Creery, " Ölüm yoktur ! Yıldızlar bir başka kıyıda doğmak üzere batarlar " diyerek ölümün yeni bir doğum, sonsuz bir doğum olayı olduğunu belirtir. Ölmeden önce bu dünyada kimse mutlu değildir. Zira, herkesin kendine göre bir problemi, bir beklentisi vardır. Bunlar, gerek ailevi, gerek iş hayatı, gerekse sosyal hayatta olabilir. Ancak hepsi, sonsuz doğumla sona erer. Çırpınan, dalgalanan deniz bir anda sütliman oluverir. Dertler, kederler, üzüntüler, sevinçler, aşklar, ihtiraslar, bankadaki mevduatlar, ev, araba, evsahibi-kiraci problemleri bir anda sona erer, ebedi hayat başlar. Amaç işte o hayattta mutlu olabilmek... Gerisi boş..
Görülüyor ki, bu dünyada baki kalan hoş bir sedadır...gerisi yalandır. Türk tasavvuf ahlaki prensiplerinden biri olan " ölmeden evvel ölerek ", şahsi ihtiraslarımıza gem vurmalıyız. İnsanların kalbini kırmadan, aldatmadan yaşamalı, gelecek nesillere bu dünyayı temiz ve insan sevgisi ile bırakmalıyız. Yoksulları düşünerek yardım etmeli, gelecekte bizimde yoksul duruma düşeceğimizi unutmamalıyız. Bildiklerimizi yazmalı, bilmediklerimizi de okuyup öğrenmeliyiz. Rahmetli üstadim, aziz ve muhterem dostum Ord.Prof.Dr. Ahmed Süheyl Ünver'in dediği gibi artık kağıtlı-kalemli bir millet olmalıyız. Bu suretle geride bıraktıklarımızla anılmalıyız.
Hayat, acı bir yalan, kısa bir rü'yâ... insan şuûru ve meyvesi ise, genlerle devam eden, mikroskopla ancak görülebilen, fakat ; uçsuz-bucaksız, kâinat kadar sonsuz evren... İşte, İnsanoğlu zekâsıyla uzaya da el attı, sırlarını keşfediyor ve onu da feth etme yolunda ... Ama ölüm tarihini hiç mi hiç bilemiyor, bu sırrı asırlarca keşfedemiyor, bilgisayarlar sessiz kalıyor... İşte İnsan denen meçhul yaratık...
----------------------------------O--------------------------------
|