BİR ÇINARIN ARDINDAN...
YILMAZ ÖNGE DOSTUMUZ HAKKINDA KISA ANEKDOTLAR ...
Sadi BAYRAM
Yıl 1967, aylardan Ocak, soğuk bir kış günüydü... Vakıflar Genel Müdürü Sayın Feramuz Berkol'u ziyarete gitmiştim. Karşılıklı sohbetimizden sonra, konu benim çıkardığın Önasya Mecmuası'na geldi, Feramuz Bey, bizde çalışkan ve Anadolu'yu çok gezen bir mimar arkadaş var, görüşmeni faydalı bulurum dedi. Birkaç gün sonra, Küçük Tiyatro'nun olduğu bina, yanı II. Vakıf Han'ın III. katında benim gibi genç, orta boylu, sıcak ve cana yakın bir dostla karşılaştım. Bir eski eserin önemli bir sorunu için aniden seyyahate çıkacağını belirtmesi dolayısıyla çok kısa bir görüşme yaparak ayrıldık...
1967 yılının Ağustos ayında, öğleden sonra telefonum çaldı, nazik ve kibar bir sesle rahmetli dostum Önge; kendisini tanıtarak, saat 18 civarında ziyaretime geleceğini, başka bir randevum olup-olmadığını sordu. Memnuniyetle beklediğimi söyledim. Dakik bir insan olan Yılmaz Önge, saat 18.00 de büronun zilini çalarak teşrif ettiler. Fermuarlı çantasından " Türk Su Mimarisinden Örnekler, Anadolu'da Bilinen En Büyük Selçuklu Havuzu " makalesi ile resim ve planını vererek, mümkünse Önasya Mecmuası'nda yayınlamamı rica ettiler. Telif ücretimizin o tarihlerde 25.Tl. olduğunu belirterek, yazı kurulunca uyğun bulunduğunda yayınlanır gibi klâsik bir ifade ile cevaplandırdığımı hatırladıkça utanıyorum !..
Makaleyi okuyunca bir hazineyi keşfettiğimizi anlıyarak, iki gün sonra kendisini aradım ve her pazartesi- perşembe günleri saat 17'de büroda yaptığımız sohbet toplantılarına kendisini de davet ettim. Mutlak müdavimlerden olan rahmetle andığım Enver Behnan Şapolyo, Hâmit Zübeyr Koşay , kendi aramızda profesör " Konbibi" adıyla adlandırdığımız yine rahmetli Bekir Sıtkı Oransay, her zaman olmasa da arada bir gelen Sayın İsmet Binark, Nejat Sefercioğlu, Nazım Dündar Saylan, Mete Göktan, Muzaffer Özkan. Erdoğan Tan, ağabeyim Şadi Bayramoğlu, diğer yazar ve dostlarımız, büro personeli bu toplantılara katılır ve takribi saat 20.00'ye kadar sürerdi.
İlk sohbet toplantımıza katılan Y. Mimar Müh. Yılmaz Önge'den bütün müşterek dostlarımız hoşnut kaldılar, bilhassa Enver Behnan Şapolyo üstadımızın makalelerine geniş bir fotoğraf ve bilgi arşivi bulunduğu için hepimiz memnun ve mütebebessim idik. Artık sayın Önge^de Önasya ailesine katılmış, Ankara'da oldukca bu sohbet toplantılarının müdavimi olmuştu... Dergimize de her ay bir makaleyi mutlaka yetiştiriyordu. Seyyahatten gelse de, gece sabahlıyor, ertesi sabah makalem hazır, akşama bürodayım müjdesini veriyordu. Enver Behnan Şapolyo ona " İstanbul Efendisi", " Modern Evliya Çelebi " lakâbını vermişti.
Bazı akşamlar, sohbet kesilmıyor, hep beraber akşam yemeklerine, buroya yakın olan Yüksel Caddesi'nin başındaki o devrin bahçeli restoranı " Rüyyam Restoran "'a gidiyor ve orada rahle-i tedrise devam ediyorduk.
Bir gün, aziz ve muhterem dostumuz Önge, Annesinin Ankara'ya gelmesi üzerine ailece büroya ziyarete gelmişlerdi. Hoş-beşten sonra, muhterem valideleri, Mehmet diye seslendi. Gayri ihtiyari etrafıma bakındım , şaşırdım. Hemen rahmetli Önge, atıldı, bana evde Mehmet derler, iş hayatında ise Yılmaz, " Mim"i dışarıda kullanmam, dediği dün gibi kulaklarımda...
Sayın Önge, sohbet toplantılarına gelirken bir alışkanlık daha getirdi. Kızılay'daki Sergen Pastahanesine akşamları uğrayarak bir kek paketi elinde büroya girer, çayla beraber iyi gider, kusura bakmayın derdi...
Makalelerini verirken daima sorar, bu ay hangi konu işleniyor, özel birşey var mı ? diye sorar, diğer yazarların konularını sorar, onlara uygun bir konuyu işlemeye çalışırdı. Tavizi hep kendinden veren bir kişiydi. Ayrıca diğer yazarların konusuna uygun resimler teminine bizden çok çalışır, gayret eder, gerekirse, diğer dostlarından istemekten çekinmez, kendi çalıştığı konuları hep söylerdi. Enver Hoca ise karşı çıkar, konularını biraz saklamasını öğren, bilğileri senden alır ve işlerler, sen de açıkta kalırsın, dediğinde:
- Hocam, Türk sanatında işlenmemiş, ele alınmamış binlerce konu var, varsın işlesinler, bizde konu mu yok, konu bakımından, bilgi bakımından hasis olmayalım, ben herkese elimdeki malzemelerimle yardım için daima hazırım, derdi. Ve yapardı rahmetli...Hepimize yapmıştırda... Kafasındaki bilgi ve yıllarca biriktirdiği arşivini başkaları ile paylaşmaktan sevinç ve zevk duyardı...
Yılmaz Önge, dinine inanan, orucunu tutan, namazını kılamayan, ancak, çalışmakta ibadettir diyen, öğle yemeklerini yemeyen, tahminen 1970'lere kadar filitresiz Yeni Harman sigarasını günde iki paket içen dostumuz, Yeni Harman'ın piyasadan kalkması üzerine Samsun Sigarası içmeye başlamış, kalp spazmı geçirmesi üzerine sigarayı tamamen terketmiş, eksikliğini de her yemekten sonra daima duymuş bir kardeşimizdi. Bize de bırakmayı, biraz az iç, demeyi de ihmal etmezdi.
Rahmetli Yılmaz Önge ile birlikte bazı seyahatlere de katıldık. Milletlerarası V.Türk Sanatları Kongresi münasebetiyle Prof.Dr. Nurhan Atasoy'un tertiplediği 1975 yılı Eylül ayında 20 günlük Orta Avrupa turunda birlikteydik. 1978 yılında, Divriği Ulu Camii ve Dar'üşşifası'nın Yapılışının 750. Yıldönümü Kitabı için birlikte Divriği'ye giderek müşterek çalışmalarda bulunduk. Divriği Kale Camii'ne birlikte çıktık, acıklı durumunu görerek, daha sonraki Kale Camii hakkında birlikte bir yayın yapmayı arzuladık. Ama bu satırların yazarı Divriği kitabının kötü baskısı sebebiyle bu yayından vazgeçmek zorunda kaldı, zira moralı bozulmuştu. Milletlerarası IX. Türk Sanatları Kongresine birlikte Mısır'a gittik, Giza'da Pramitlere girerken, havanın çok sıcak olması dolayısıyla, Sayın Prof.Dr. Halûk Karamağaralı Kral mezar odasına girmedi. Rehberimiz de kalp rahatsızlığı olan girmesin diye açıkca bildırdi. Zira Ağutos ayı en sıcak zamandı. Önge dostumuza da girmemesini rica ettik. Bize peki demekle yetindi. Ancak, mezar odasına girdiğimizde, havanın çok az ve sıcak olması, kalabalığın oldukca fazla olması dolayısıyla yüzümüzden ve vücudumuzdan terler damlıyordu. Mezar odasına güçlükle varıp, kısa sürede incelememizi yapıp dönüşe geçerken, bir de ne görelim, Önge dostumuz, arkamızdan gelmiş ve mezar odasına kadar girmiş.. Niye geldin dediğimizde," Bir şey olmaz, acı patlıcanı kırağı çalmaz, meraklanmayın, ben iyiyim", sözleri kulağımızda çınlıyor şimdi..
Rahmetli dostumuz Önge, eğer boş zamanı varsa, kendini fazla yorulmuş hissederse, hemen başka bir işle dinlenmeğe çalışırdı. Eğer zihin isyan ederse, bu seferde ağaç oymacılığı yapardı. İyi bir hakkaktı. Türk motifleri üzerinde çalışırdı. Rahmetli Ord.Prof.Dr.Ahmed Süheyl Ünver'den tezip, süsleme, kalemişi dersleri de almıştı. Mimari ile sanat tarihini bütünleştirmiş, istisnai kişilerden biri idi. Süheyl Hoca'yı kendine rehber edinmişti. Rehberi gibi kndiside iyi kalpli, yardımsever, dürüst, çalışkan, vatanına, milletine gönülden bağlı, Osmanlı kültürünün bütün inceliklerıne vakıf, eski İstanbul Efendisi tarzında kendisini yetiştirmiş ender ilim adamlarınmızdan belki de sonuncusuydu. Kedisini tanımak, yakın dostluğunu kazanmak, şahsen bizim için iftihar edilecek bir olaydı.
Tertip ettiğimiz vakıf haftalarının müdavimi olam Önge,"Bizleri bır kenara bırakın, gençlere sarılın, gençlere de bu imkânı verin ki onlarda yetişsin ", diyebilen müstesna insanlardan biriydi.
Kendisinin müstakil kitabı olmaması dolayısıyla, rahmetli Önge'yi çok sıkıştırmıştım. Her defasında , daha hazır değilim, idarecilik beni yoruyor, bir emekli olayım, ondan sonra gelecek kitaplar diyordu.
Doktora ve doçentlik tezinin yayınlayalım dediğimde ise, ben tezlerimi yayınlayacak kadar, bilgisizmiyim, tezler ayrı bir konu, kitaplar ayrı. Ben kataloğ kitapları yayınlayamam. senteze giderim. Türk sanatının artık kataloğlara değil, sentezlere ihtiyacı var, diyordu.
Konya Selçuk Üniversitesi'nde idarecilikten yakınıyor, makale yazmaya fırsat kalmıyor diyordu. Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu Başkanı olarak; Konya toplu taşım, raylı sistem kendisini çok yormuş, mücadele etmiş, sorumluları mahkemeye sevk etmesine rağmen sonuç alamamanın verdiği psikolojik durum içinde, kendi kendini yiyor, Alaaddin Tepesi etrafında raylı sistemin meydana getireceği rezonansın, Alaaddin Camii'ne zarar vereceğini, Belediye ve Valiliğin duruma seyirci kaldığını esefle belirtiyordu. Belki de vefatına sebeb olan kalp krizi, bu konudan kaynaklanıyordu. Konyalılar, hiç bir zaman Sayın Yılmaz Önge'nin hakkını yiyemezler, vebal altındadırlar.
Rahmetli Önge, vefatından bir gün önce, eşi Ergül Önge'nin doktora yeterlik imtihanına, Prof. Hatice Örcün Barışta, Prof.Dr.Ömür Bakırer ile birlikte girmiş, daha sonra, Sahip Ata Farrüddin Ali'nin türbe ve camisini aynı heyetle birlikte gezerek ilmi tartışmalara girmiş, Ramazan'da aynı gün cuma namazını edâ etmiş, asistanlarına ve meslektaşlarına 50 kişilik iftar yemeği vererek, o akşam bütün masaları dolaşarak, meslektaşlarıyla bir nev'i vedalaşmış, o akşam yatarak ertesi günü olan Cumartesi sabahı saat 9.00 'da ebediyete intikal etmiştir. Ruhu şad olsun !... O'nun gibi bir insan, Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Türk Sanatı ile uğraşan müesseselere hiç bir zaman gelmeyecek, bıraktığı boşluk, hiç bir zaman doldurulmayacaktır. Bize kalan bu bâki kubbede hoş bir sedâ ile Türk sanatının çeşitli konularına ait yüzlerce makale ile tek oğlu Mustafa ...
Saygılarımla, 14.Şubat 1994
|